1. İklim Risklerinin Tanımı: Fiziksel ve Geçiş Riskleri ve İşletmelere Etkileri
İklim riskleri genel olarak fiziksel riskler ve geçiş riskleri olarak iki kategoriye ayrılır. Fiziksel riskler, iklim değişikliğinin yol açtığı aşırı hava olayları veya uzun vadeli iklim değişimleri sonucu ortaya çıkan risklerdir. Örneğin, şiddetli fırtınalar, sellere yol açan aşırı yağışlar, kuraklık veya deniz seviyesinin yükselmesi gibi olaylar işletmelerin tesislerine, altyapısına ve tedarik zincirine doğrudan zarar verebilir. IPCC’nin bir değerlendirmesine göre fiziksel riskler; operasyonların kesintiye uğraması, üretimde aksamalar, hammadde ve su kıtlığı ve sigorta maliyetlerinin artması gibi finansal sonuçlar doğurabilir. Bu fiziksel etkiler hem akut (ani ve şiddetli olaylar) hem de kronik (yavaş gelişen, uzun vadeli değişimler) şekilde ortaya çıkabilir ve işletmelerin gelir tablolarını ve varlık değerlerini doğrudan etkileyebilir.
Geçiş riskleri ise ekonominin düşük karbonlu bir yapıya geçiş sürecinden kaynaklanan risklerdir. İklim değişikliğiyle mücadele için uygulamaya konan yeni politikalar, düzenlemeler, teknolojik yenilikler, piyasa koşullarındaki değişimler ve itibar kaygıları bu kapsamdadır.
2. Kurumsal İklim Risk Analizinin Neden Kritik Olduğu
İklim risklerinin işletmeler için kritik bir gündem maddesi haline gelmesinin birkaç temel nedeni vardır:
Küresel Ekonomik ve Finansal Tehdit: İklim krizinin boyutu, küresel ekonomiyi ciddi biçimde tehdit ediyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2022 Küresel Riskler Raporu’nda “iklim eyleminde başarısızlık” önümüzdeki on yıl için en büyük küresel risk olarak tanımlandı. Yine aynı raporda Zurich Insurance Group baş risk yetkilisi, iklim değişikliği ile mücadelenin başarısız olması durumunda küresel gayri safi hasılanın altıda birine kadar küçülebileceği uyarısını yaptı. Bu çarpıcı tespitler, iklim risklerinin sadece çevresel değil ekonomik refahı da derinden etkileyebileceğini gösteriyor.
Finansal Piyasalar ve Yatırımcı Baskısı: Yatırımcılar, iklim risklerini artık doğrudan şirketlerin geleceğiyle bağlantılı görüyor. 2023 yılında küresel yatırımcılar arasında yapılan bir ankette, yatırımcıların %49’u ESG (çevresel, sosyal ve yönetişim) konularına odaklarını artırdıklarını belirtmiştir. Özellikle iklim riski, yatırım kararlarında öne çıkan bir faktör haline gelmiştir. Yatırımcılar, portföylerindeki şirketlerin iklim değişikliği nedeniyle maruz kalabilecekleri finansal riskleri bilmek ve yönetildiğini görmek istiyor. Bu nedenle, şirketlere yönelik iklim risklerini açıklama ve azaltma baskısı artıyor. Üstelik sadece yatırımcılar değil, tüketiciler de benzer beklentiler içinde: 12 ülkede yapılan bir tüketici anketinde katılımcıların %77’si şirketlerin iklim gibi ESG konularında somut adımlar atmaları gerektiğini düşünmekte. Bu eğilim, iklim konusunda proaktif adımlar atan şirketlerin itibar ve pazar payı avantajı elde edebileceğine işaret ediyor.
Operasyonel ve Sigorta Maliyetleri: İklim kaynaklı felaketlerin artan sıklığı ve şiddeti, şirketlerin operasyonel maliyetlerini ve sigorta giderlerini yükseltiyor. Örneğin son yıllarda alışılmadık derecede sıklaşan fırtına ve sel gibi afetler, küresel tedarik zincirlerinde aksamalara yol açtı. 2022 yılında Amazon, art arda yaşanan şiddetli fırtınaların lojistik operasyonlarında yarattığı sorunlar nedeniyle bünyesinde ilk kez bir meteorolog istihdam etmeye başladı. Bu örnek, ekstrem hava olaylarının işletmeleri somut adımlar atmaya zorlayacak kadar ciddi boyutlara ulaştığını gösteriyor. Benzer şekilde, ABD’de 2024 yılında 1 milyar doları aşan hasara yol açan afet sayısının son on yıl ortalamasının iki katından fazla olması, iklim kaynaklı fiziksel risklerin hızla tırmandığını ortaya koyuyor. Bunun sonucu olarak sigorta şirketleri primleri artırmakta veya yüksek riskli bölgelerde teminat vermekten çekilmektedir; bazı sigortacıların sık sık orman yangını ve fırtına görülen piyasalardan çekilmesi bunun bir göstergesidir. Dolayısıyla, iklim riskini analiz etmeyen ve önlem almayan işletmeler, operasyonel kesintiler ve yükselen maliyetler ile beklenmedik şekilde karşılaşabilirler.
Makroekonomik ve Düzenleyici Baskılar: Hükümetler ve düzenleyici kurumlar da iklim risklerini finansal sistem açısından önemli görmeye başladı. Birçok ülke, şirketler için iklimle ilgili raporlamaları zorunlu hale getirmeye hazırlanıyor. Örneğin, ABD’de 2024’te California eyaleti büyük şirketlere iklim risklerini ve bunlara karşı önlemlerini TCFD çerçevesinde raporlama zorunluluğu getiren bir yasa kabul etti. Avrupa Birliği ise Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (CSRD) ile büyük şirketlere senaryo analizi, geçiş planları ve “çifte önemlilik” ilkesiyle iklim risklerini raporlama mecburiyeti getiriyor. Türkiye gibi ihracat ağırlıklı ekonomiler için özellikle AB’nin Yeşil Mutabakat kapsamındaki düzenlemeleri büyük önem taşıyor. 2026’da tam yürürlüğe girecek olan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM), AB’ye ihracat yapan Türk firmalarının karbon emisyonlarını azaltmalarını fiilen zorunlu kılacak; demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre gibi sektörlerde rekabet gücü artık karbon ayak izine bağlı olacak. Kısacası, uluslararası düzenlemeler iklim risk analizini bir “iyi niyet göstergesi” olmaktan çıkarıp, şirketler için yasal ve ticari bir gereklilik haline getiriyor.
Finansal Risklerin Boyutu: İklim risk analizinin kritik olmasının belki de en somut nedeni, doğrudan finansal sonuçların büyüklüğüdür. CDP’nin 2019 tarihli bir analizinde, dünyanın en büyük 215 şirketi iklim değişikliğinin işlerine yaratabileceği finansal riskleri toplam 1 trilyon ABD doları olarak hesapladı; dahası bu risklerin önemli bir kısmının önümüzdeki 5 yıl içinde realize olabileceği belirtildi. Bu risklerin yaklaşık 250 milyar doları, geçiş riskleri sonucu atıl kalacak varlıklardan (örneğin karbon yoğun tesislerin değer yitirmesi) kaynaklanıyor. Öte yandan aynı rapor, iklim değişikliğiyle ilgili iş fırsatlarının değerinin risklerin yaklaşık yedi katı (2.1 trilyon dolar) olduğunu ortaya koydu. Bu bulgu, iklim risk analizinin yalnızca savunma amaçlı değil, aynı zamanda stratejik fırsatları yakalamak için de kritik olduğunu gösteriyor. Erken aksiyon alan şirketler, düşük karbonlu ürün ve hizmetlere artan talebi karşılayarak yeni gelir kaynakları yaratabilir ve finansman maliyetlerinde avantaj sağlayabilirler.
3. Küresel Standartlar ve Raporlama Çerçeveleri: TCFD, CDP, SBTi ve TSRS
4. Türkiye’de Düzenleyici Ortam: SPK, BDDK, TÜSİAD ve EBRD’nin Rolü
5. Kurumsal Uyum İçin Stratejik Adımlar: Yönetim Yapısı, Risk Analizi, Hedefler ve Raporlama
1. Yönetim Yapısını Güçlendirme (Kurumsal Yönetişim): İklim risklerinin etkin yönetimi için şirketin en üst düzeyinde sahiplenilmesi şarttır. Bu nedenle yönetim kurulu düzeyinde iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik konularının gündeme alınması ve sorumluluk dağılımının netleşmesi gerekir. İyi uygulama olarak pek çok şirkette, yönetim kurulunun altında bir sürdürülebilirlik komitesi veya risk komitesine bağlı iklim risk alt komitesi oluşturuluyor. Örneğin Garanti BBVA, yönetim kurulu bünyesinde “Sorumlu Bankacılık ve Sürdürülebilirlik Komitesi” kurarak iklim risklerinin gözetimini üst düzeyde sağlamaktadır. Yönetim kurulunun rolü, iklimle ilgili risk ve fırsatları düzenli olarak değerlendirmek, kurumun iklim stratejisini onaylamak ve icranın performansını denetlemek olmalıdır. Üst yönetimde ise iklim riskinin takibi genellikle CFO, CRO (Risk Yöneticisi) veya Sürdürülebilirlik Direktörü gibi pozisyonlara tanımlanır. Şirket içinde net bir “iklim yönetişim” çerçevesi kurmak, hesap verebilirliği artıracak ve iklim risklerinin şirket stratejisinin ayrılmaz bir parçası olmasını sağlayacaktır. Uluslararası raporlarda da, yönetim kurulu gözetiminin artık bir beklenen uygulama haline geldiği vurgulanır; büyük şirketlerin çoğu iklim riskinin yönetim kurulunda ele alındığını açıklamaktadır.
2. İklim Risk Analizi ve Entegre Risk Yönetimi: Şirketler, iklimle bağlantılı risklerini tıpkı finansal riskler gibi kurumsal risk yönetimi süreçlerine entegre etmelidir. Bunun ilk adımı, şirketin maruz kalabileceği fiziksel ve geçiş risklerini belirlemek ve değerlendirmektir. Şirketler, varlıklarının bulunduğu lokasyonları ve tedarik zincirlerini analiz ederek sel, fırtına, kuraklık gibi fiziksel risklere ne kadar açık olduğunu tespit edebilir. Benzer şekilde, faaliyet gösterdikleri sektör itibarıyla karbon fiyatı, emisyon kısıtları, teknolojik dönüşümler gibi geçiş risklerinden nasıl etkileneceklerini öngörebilirler. Bu analizde kullanılması önerilen önemli bir araç iklim senaryo analizidir. TCFD de şirketlere, en azından 2°C veya daha düşük bir küresel ısınma senaryosu dahil olmak üzere, farklı iklim senaryolarının iş modellerine etkisini değerlendirmelerini önermektedir. Senaryo analizi, “işlerin olağan seyrinde devam ettiği” bir senaryo ile sıkı karbon kısıtlarının olduğu bir senaryoyu kıyaslayarak, şirketin maruz kalabileceği finansal farkı ortaya koyar. Örneğin, yüksek karbon fiyatının devreye girdiği bir senaryoda şirketin maliyet yapısı nasıl etkilenir, talep ne ölçüde düşer, alternatif teknolojilere yatırım ihtiyacı doğar mı – bunlar masaya yatırılır. Bununla birlikte stres testleri ve ısı haritaları gibi araçlar da risk analizi için kullanılabilir. Türkiye’de bazı bankaların yaptığı gibi, kredi portföyünün farklı sektörlerdeki dağılımı ve bu sektörlerin iklim risk skorları çıkarılabilir. Risk analizi sadece başlangıçtır; asıl önemli olan bulguların şirketin genel risk yönetimi mekanizmalarına entegre edilmesidir. Bu kapsamda, şirketlerin iklim riskini tıpkı döviz riski veya piyasa riski gibi düzenli izledikleri, ölçtükleri ve yönettikleri bir kategori haline getirmeleri önerilir. Örneğin, bir inşaat şirketi deprem riskine karşı nasıl ki önlemler alıyorsa (yapı güçlendirme, sigorta vb.), sel ve sıcak hava dalgası riskine karşı da operasyon planları geliştirmelidir. Bir elektrik üretim firması, su kıtlığı riskine karşı su verimliliği yatırımlarını planlamalı ve portföyünü çeşitlendirmelidir. Ayrıca iklim risklerini fırsat boyutuyla da ele almak gerekir: Düşük karbonlu ürünlere artan talep veya yeşil finansman gibi fırsatlar da risk analiziyle birlikte değerlendirilmelidir. Özetle, iklim risk analizi, şirketin hem stratejik planlama hem de günlük risk kontrol süreçlerine entegre olmalıdır. Bu, proaktif bir risk yönetimi kültürü yaratarak şirketi beklenmedik şoklara karşı daha dayanıklı hale getirecektir.
3. Bilim Temelli Hedefler ve Emisyon Azaltım Stratejileri (Hedef Belirleme): İklim uyumu, sadece riskleri savunmacı bir şekilde yönetmekten ibaret değil, aynı zamanda şirketin kendi karbon ayak izini azaltma konusunda iddialı hedefler koymasını da gerektirir. Bu hedefler hem şirketin gelecek vizyonunu ortaya koyar hem de dış paydaşlara güçlü bir mesaj verir. Günümüzde birçok büyük şirket, kamuya açık iklim hedefleri ilan etmiş durumdadır – örneğin 2030’a kadar karbon nötr olma veya 2050’ye kadar net sıfır emisyona ulaşma taahhütleri oldukça yaygınlaştı. Bu hedeflerin güvenilir olması için bilim temelli olması önem kazanıyor. SBTi bu noktada devreye girerek, şirketlerin hedeflerini küresel karbon bütçesiyle uyumlu hale getirmesini sağlıyor. Şirketler, kısa vadede (5-10 yıl içinde) yüzde bazında emisyon azaltım hedefleri belirlerken, uzun vadede de net sıfır hedefi koyuyorlar. Örneğin Arçelik, SBTi onaylı hedefleriyle 2050 yılına kadar değer zinciri genelinde net sıfır sera gazı emisyonuna ulaşma taahhüdü vermiş ve 2030 yılına kadar da Scope 1 ve 2 emisyonlarında %42 azaltım hedefi belirlemiştir. Hedef belirlemek tek başına yeterli değildir; bunun arkasını dolduracak stratejik planlar şarttır. Şirketlerin emisyon azaltım stratejileri genellikle enerji verimliliği yatırımları, yenilenebilir enerjiye geçiş (örneğin öz tüketim için güneş enerjisi kurulumları veya %100 yeşil elektrik tedariki hedefi), düşük karbonlu yakıtlara geçiş, süreç iyileştirmeleri, yeni teknolojilere AR-GE yatırımı ve gerekiyorsa karbon dengeleme adımlarını içerir. Örneğin uluslararası teknoloji şirketleri tüm operasyonlarını yenilenebilir enerjiyle besleme sözü verirken, bazı sanayi kuruluşları içten yanmalı araç filolarını elektrikli araçlarla değiştirmektedir. Tedarik zinciri de hedeflerin kritik bir parçasıdır: Bir şirket kendi emisyonlarını (Scope 1-2) düşürürken tedarikçilerinin emisyonlarını da (Scope 3) azaltmaları için iş birliği yapmalıdır. Emisyon verilerinin ölçümü, izlenmesi ve yıllık olarak raporlanması (ör. CDP iklim değişikliği anketi aracılığıyla) hedeflerin takibi açısından önemlidir. Hedeflere ilerleme kaydedildikçe, şirketler bunu sürdürülebilirlik raporlarında açıklamalı, aksi durumda sapmaların nedenlerini ve telafi planlarını belirtmelidir. Bu şeffaflık, hem güvenilirliklerini artıracak hem de iç motivasyonu canlı tutacaktır. Unutulmamalıdır ki, hedef belirleme sadece dış baskılara yanıt değil, aynı zamanda şirketin verimliliğini artıracak ve onu geleceğin karbon kısıtlı ekonomisinde rekabete hazırlayacak içsel bir dönüşüm aracıdır.
4. Raporlama, Şeffaflık ve İletişim: Kurumsal iklim uyumunun dış dünyaya yansıyan yüzü, raporlama ve iletişim faaliyetleridir. İklim riskleri ve performansı hakkında şeffaf raporlama, günümüzde yatırımcılardan müşterilere kadar geniş bir paydaş kitlesinin beklentisi haline gelmiştir. Bu noktada şirketlerin uluslararası raporlama çerçevelerine uygun, karşılaştırılabilir ve doğrulanabilir veriler sunması kritik. TCFD, GRI veya Entegre Raporlama çerçevelerine uygun rapor hazırlamak bu beklentiyi karşılamaya yardımcı olur. Şirketler yıllık faaliyet raporlarının bir parçası olarak veya ayrı bir sürdürülebilirlik raporu/iklim raporu şeklinde iklim risklerini ve yönetim yaklaşımlarını açıklamalıdır. Bu raporlarda genellikle aşağıdaki unsurlar yer alır: Yönetişim yapısı (yönetim kurulunun rolü, sorumlu yöneticiler), strateji (iklimle ilgili önemli risk ve fırsatlar, bunların iş planına etkileri), risk yönetimi (risk tanımlama, ölçme, azaltma süreçleri) ve metrikler/hedefler (emisyon verileri, enerji tüketimi, karbon fiyat varsayımları, emisyon azaltım hedeflerine ilerleme) – bunlar TCFD’nin dört temel unsurudur ve raporun iskeletini oluşturur. Özellikle sayısal verilerin ve hedeflerin tutarlılığı önemlidir; örneğin bir şirketin belirttiği karbon ayak izi verisi, SBTi hedefleriyle uyumlu olmalı, sapmalar varsa açıklanmalıdır. Raporlama kadar önemli bir diğer konu da veri güvenilirliği ve yasal uyumdur. Şirketlerin iklimle ilgili beyanlarını destekleyen sağlam metodolojileri olmalı, gerektiğinde üçüncü taraflarca doğrulama (assurance) yapılmalıdır. Aksi takdirde yeşil aklama (greenwashing) suçlamalarıyla veya ileride yasal sorumluluklarla karşılaşabilirler. Özellikle AB’nin ve bazı ülkelerin finansal raporlarla entegre iklim raporlama zorunlulukları, hatalı veya yanıltıcı iklim beyanlarını bir hukuk riskine dönüştürüyor. Bu nedenle, şirketler iklim verilerini derlerken ve raporlarken gereken özeni göstermeli, gerekiyorsa hukuk ve denetim birimlerinin incelemesinden geçirmelidir. İyi bir raporlama, şirketin yatırımcılar nezdindeki itibarını güçlendirir, sermayeye erişimini kolaylaştırır. Nitekim, kapsamlı ve dürüst iklim raporlaması yapan şirketlerin piyasa değerlemesinde olumlu katkı gözlendiğine dair akademik çalışmalar bulunmaktadır. Raporlama dışında, şirket içi ve şirket dışı iletişim de uyumun bir parçasıdır. Çalışanların iklim hedefleri konusunda bilinçlendirilmesi, tedarikçilerin bu sürece dahil edilmesi, kamuoyuna başarılı uygulamaların duyurulması, hepsi bir bütünün parçalarıdır. Özetle, şeffaflık kurumsal uyumun hem bir gereği hem de itici gücüdür; şirketler ne kadar açık ve hesap verebilir olursa, paydaşlarının güvenini o kadar kazanır ve iklimle mücadelede kolektif çabaya o denli katkı sağlar.
Kaynaklar:
Sürdürülebilirlik çözümleri uzmanlığımız ve projelerimiz hakkında daha fazla bilgi edinmek için lütfen bizimle iletişime geçin.