Greenixten Haberler

Keşfedin, ilham alın ve yeşil dönüşüm yolculuğunuzda GreeniX Blogu takip edin

İklim Risk Analizi ve Kurumsal Uyum: İşletmeler İçin Yol Haritası

8 dk Okuma Süresi / 25.06.2025 / Genel
Keşfedin, ilham alın ve yeşil dönüşüm yolculuğunuzda GreeniX Blogu takip edin
Greenix

1. İklim Risklerinin Tanımı: Fiziksel ve Geçiş Riskleri ve İşletmelere Etkileri

İklim riskleri genel olarak fiziksel riskler ve geçiş riskleri olarak iki kategoriye ayrılır. Fiziksel riskler, iklim değişikliğinin yol açtığı aşırı hava olayları veya uzun vadeli iklim değişimleri sonucu ortaya çıkan risklerdir. Örneğin, şiddetli fırtınalar, sellere yol açan aşırı yağışlar, kuraklık veya deniz seviyesinin yükselmesi gibi olaylar işletmelerin tesislerine, altyapısına ve tedarik zincirine doğrudan zarar verebilir. IPCC’nin bir değerlendirmesine göre fiziksel riskler; operasyonların kesintiye uğraması, üretimde aksamalar, hammadde ve su kıtlığı ve sigorta maliyetlerinin artması gibi finansal sonuçlar doğurabilir. Bu fiziksel etkiler hem akut (ani ve şiddetli olaylar) hem de kronik (yavaş gelişen, uzun vadeli değişimler) şekilde ortaya çıkabilir ve işletmelerin gelir tablolarını ve varlık değerlerini doğrudan etkileyebilir.

Geçiş riskleri ise ekonominin düşük karbonlu bir yapıya geçiş sürecinden kaynaklanan risklerdir. İklim değişikliğiyle mücadele için uygulamaya konan yeni politikalar, düzenlemeler, teknolojik yenilikler, piyasa koşullarındaki değişimler ve itibar kaygıları bu kapsamdadır. 

2. Kurumsal İklim Risk Analizinin Neden Kritik Olduğu

İklim risklerinin işletmeler için kritik bir gündem maddesi haline gelmesinin birkaç temel nedeni vardır:

Küresel Ekonomik ve Finansal Tehdit: İklim krizinin boyutu, küresel ekonomiyi ciddi biçimde tehdit ediyor. Dünya Ekonomik Forumu’nun 2022 Küresel Riskler Raporu’nda “iklim eyleminde başarısızlık” önümüzdeki on yıl için en büyük küresel risk olarak tanımlandı. Yine aynı raporda Zurich Insurance Group baş risk yetkilisi, iklim değişikliği ile mücadelenin başarısız olması durumunda küresel gayri safi hasılanın altıda birine kadar küçülebileceği uyarısını yaptı. Bu çarpıcı tespitler, iklim risklerinin sadece çevresel değil ekonomik refahı da derinden etkileyebileceğini gösteriyor.

Finansal Piyasalar ve Yatırımcı Baskısı: Yatırımcılar, iklim risklerini artık doğrudan şirketlerin geleceğiyle bağlantılı görüyor. 2023 yılında küresel yatırımcılar arasında yapılan bir ankette, yatırımcıların %49’u ESG (çevresel, sosyal ve yönetişim) konularına odaklarını artırdıklarını belirtmiştir. Özellikle iklim riski, yatırım kararlarında öne çıkan bir faktör haline gelmiştir. Yatırımcılar, portföylerindeki şirketlerin iklim değişikliği nedeniyle maruz kalabilecekleri finansal riskleri bilmek ve yönetildiğini görmek istiyor. Bu nedenle, şirketlere yönelik iklim risklerini açıklama ve azaltma baskısı artıyor. Üstelik sadece yatırımcılar değil, tüketiciler de benzer beklentiler içinde: 12 ülkede yapılan bir tüketici anketinde katılımcıların %77’si şirketlerin iklim gibi ESG konularında somut adımlar atmaları gerektiğini düşünmekte. Bu eğilim, iklim konusunda proaktif adımlar atan şirketlerin itibar ve pazar payı avantajı elde edebileceğine işaret ediyor.

Operasyonel ve Sigorta Maliyetleri: İklim kaynaklı felaketlerin artan sıklığı ve şiddeti, şirketlerin operasyonel maliyetlerini ve sigorta giderlerini yükseltiyor. Örneğin son yıllarda alışılmadık derecede sıklaşan fırtına ve sel gibi afetler, küresel tedarik zincirlerinde aksamalara yol açtı. 2022 yılında Amazon, art arda yaşanan şiddetli fırtınaların lojistik operasyonlarında yarattığı sorunlar nedeniyle bünyesinde ilk kez bir meteorolog istihdam etmeye başladı. Bu örnek, ekstrem hava olaylarının işletmeleri somut adımlar atmaya zorlayacak kadar ciddi boyutlara ulaştığını gösteriyor. Benzer şekilde, ABD’de 2024 yılında 1 milyar doları aşan hasara yol açan afet sayısının son on yıl ortalamasının iki katından fazla olması, iklim kaynaklı fiziksel risklerin hızla tırmandığını ortaya koyuyor. Bunun sonucu olarak sigorta şirketleri primleri artırmakta veya yüksek riskli bölgelerde teminat vermekten çekilmektedir; bazı sigortacıların sık sık orman yangını ve fırtına görülen piyasalardan çekilmesi bunun bir göstergesidir. Dolayısıyla, iklim riskini analiz etmeyen ve önlem almayan işletmeler, operasyonel kesintiler ve yükselen maliyetler ile beklenmedik şekilde karşılaşabilirler.

Makroekonomik ve Düzenleyici Baskılar: Hükümetler ve düzenleyici kurumlar da iklim risklerini finansal sistem açısından önemli görmeye başladı. Birçok ülke, şirketler için iklimle ilgili raporlamaları zorunlu hale getirmeye hazırlanıyor. Örneğin, ABD’de 2024’te California eyaleti büyük şirketlere iklim risklerini ve bunlara karşı önlemlerini TCFD çerçevesinde raporlama zorunluluğu getiren bir yasa kabul etti. Avrupa Birliği ise Kurumsal Sürdürülebilirlik Raporlama Direktifi (CSRD) ile büyük şirketlere senaryo analizi, geçiş planları ve “çifte önemlilik” ilkesiyle iklim risklerini raporlama mecburiyeti getiriyor. Türkiye gibi ihracat ağırlıklı ekonomiler için özellikle AB’nin Yeşil Mutabakat kapsamındaki düzenlemeleri büyük önem taşıyor. 2026’da tam yürürlüğe girecek olan Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (SKDM), AB’ye ihracat yapan Türk firmalarının karbon emisyonlarını azaltmalarını fiilen zorunlu kılacak; demir-çelik, alüminyum, çimento, gübre gibi sektörlerde rekabet gücü artık karbon ayak izine bağlı olacak. Kısacası, uluslararası düzenlemeler iklim risk analizini bir “iyi niyet göstergesi” olmaktan çıkarıp, şirketler için yasal ve ticari bir gereklilik haline getiriyor.

Finansal Risklerin Boyutu: İklim risk analizinin kritik olmasının belki de en somut nedeni, doğrudan finansal sonuçların büyüklüğüdür. CDP’nin 2019 tarihli bir analizinde, dünyanın en büyük 215 şirketi iklim değişikliğinin işlerine yaratabileceği finansal riskleri toplam 1 trilyon ABD doları olarak hesapladı; dahası bu risklerin önemli bir kısmının önümüzdeki 5 yıl içinde realize olabileceği belirtildi. Bu risklerin yaklaşık 250 milyar doları, geçiş riskleri sonucu atıl kalacak varlıklardan (örneğin karbon yoğun tesislerin değer yitirmesi) kaynaklanıyor. Öte yandan aynı rapor, iklim değişikliğiyle ilgili iş fırsatlarının değerinin risklerin yaklaşık yedi katı (2.1 trilyon dolar) olduğunu ortaya koydu. Bu bulgu, iklim risk analizinin yalnızca savunma amaçlı değil, aynı zamanda stratejik fırsatları yakalamak için de kritik olduğunu gösteriyor. Erken aksiyon alan şirketler, düşük karbonlu ürün ve hizmetlere artan talebi karşılayarak yeni gelir kaynakları yaratabilir ve finansman maliyetlerinde avantaj sağlayabilirler.

3. Küresel Standartlar ve Raporlama Çerçeveleri: TCFD, CDP, SBTi ve TSRS

  • TCFD (Task Force on Climate-related Financial Disclosures): TCFD, G20 bünyesindeki Finansal İstikrar Kurulu (FSB) tarafından 2015 yılında kurulmuş ve 2017’de iklimle ilgili finansal açıklamalar için gönüllü tavsiyelerini yayınlamıştır. TCFD’nin önerileri, şirketlerin yatırımcılar, kreditörler ve sigortacılar için iklim risklerini ve fırsatlarını şeffaf bir şekilde raporlamasını amaçlar. Dört temel unsur üzerine kuruludur: Yönetişim (Governance) – iklim risklerinin yönetim kurulunca gözetimi; Strateji (Strategy) – iklim risk ve fırsatlarının işletme stratejisine etkileri; Risk Yönetimi (Risk Management) – bu risklerin belirlenip yönetilme süreçleri; Metrikler ve Hedefler (Metrics & Targets) – sera gazı emisyonları dahil olmak üzere ilgili göstergeler ve hedefler. TCFD çerçevesi, yayınlandığı günden bu yana yatırımcı topluluklarından ve düzenleyici otoritelerden güçlü destek almıştır. 2024 itibariyle, ABD Russell 3000 endeksinin %42’si ve S&P 500 şirketlerinin %84’ü iklim risk raporlamalarını TCFD tavsiyeleriyle uyumlu hale getirmiş durumdadır (2021’de bu oranlar sırasıyla %17 ve %62 idi). Birçok ülke TCFD önerilerini yasal raporlama gereksinimlerine entegre etmektedir; Birleşik Krallık, Yeni Zelanda, Japonya gibi ülkelerde büyük şirketler için TCFD uyumlu raporlama zorunlu hale gelmiştir. Uluslararası Finansal Raporlama Standartları Vakfı (IFRS) da 2023’te ISSB çatısı altında TCFD temelli bir iklim raporlama standardı (IFRS S2) yayınlayarak küresel ölçekte bir taban standart oluşturmuştur.
  • CDP (Carbon Disclosure Project): CDP, şirketlerin sera gazı emisyonları, iklim riskleri ve fırsatları, su kullanımı ve ormansızlaşma gibi çevresel verilerini gönüllü olarak açıklamalarını sağlayan küresel bir raporlama platformudur. 2000 yılında kurulan CDP, bugün dünya genelinde en yaygın çevresel açıklama sistemini işletmektedir. 2023 yılında 23.000’den fazla şirket, toplam 67 trilyon ABD dolarından fazla piyasa değeri temsil edecek şekilde, CDP aracılığıyla çevresel performans verilerini paylaştı. CDP’nin soru seti ve puanlama sistemi, TCFD gibi çerçevelerle uyumlu olacak şekilde sürekli güncellenmektedir. Yatırımcılar CDP verilerini şirketlerin iklim performansını kıyaslamak için kullanırken, şirketler de CDP yoluyla hem risklerini hem iyi uygulamalarını görünür kılma fırsatı bulur. Özellikle tedarik zinciri boyunca karbon ayak izinin yönetimi ve su riskleri gibi konularda CDP, binlerce şirket ve şehir için bir standart haline gelmiştir.
  • SBTi (Science Based Targets initiative): SBTi, şirketlerin sera gazı emisyon azaltım hedeflerini bilimsel verilerle uyumlu şekilde belirlemelerini teşvik eden bir ortak girişimdir. Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi (UNGC), Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF), CDP ve Dünya Kaynakları Enstitüsü (WRI) iş birliğiyle yürütülen SBTi, özellikle Paris Anlaşması hedefleriyle uyumlu (küresel sıcaklık artışını 1,5°C ile sınırlayacak) emisyon azaltım yol haritaları geliştirmek isteyen şirketlere kılavuzluk eder. 2024 itibarıyla dünya çapında 6000’den fazla şirket, SBTi kapsamında bilimsel temelli emisyon azaltım hedefleri belirlemiş veya belirleme taahhüdü vermiştir. Bu şirketlerin 1000’den fazlası “net sıfır” (2050’ye kadar net sıfır emisyon) hedefini de onaylatmıştır. SBTi, şirketlerin kısa vadeli (2030 civarı) ve uzun vadeli (2050) emisyon hedeflerini 1,5°C senaryosuna uygun şekilde hizalamalarını sağlar. Örneğin, hedeflerin fosil yakıt kullanımı, enerji verimliliği, yenilenebilir enerjiye geçiş ve ürün kullanımından kaynaklı emisyonlar gibi alanları kapsamasını şart koşar. SBTi onaylı hedefler, yatırımcılar ve paydaşlar nezdinde şirketin iklim konusunda ciddi adımlar attığının bir göstergesi olarak kabul görür.
  • TSRS (Türkiye Sürdürülebilirlik Raporlama Standardı): Türkiye'de sürdürülebilirlik raporlama alanında önemli bir dönüm noktası olan TSRS, işletmelerin iklim risklerini ve sürdürülebilirlik performanslarını şeffaf ve standart bir biçimde raporlamalarını sağlayan kapsamlı bir çerçeve sunmaktadır. TSRS, küresel ölçekte kabul gören TCFD, CDP ve ISSB gibi standartlarla uyumlu olup, şirketlerin iklimle ilgili riskleri tanımlama, analiz etme, yönetme ve raporlama süreçlerini net ve tutarlı şekilde ortaya koymasını hedeflemektedir. TSRS'ye uyum sağlamak, şirketlerin uluslararası piyasalarda rekabet avantajı elde etmelerine ve yerel düzenlemelerle uyum içinde olmalarına olanak tanır.
  • Diğer Çerçeveler ve Girişimler: İklim riskleri ve sürdürülebilirlik konusunda TCFD, CDP ve SBTi dışında da birçok inisiyatif bulunmaktadır. GRI (Global Reporting Initiative) standartları içinde iklimle ilgili belirleyici performans göstergeleri tanımlanmıştır. SASB (Sürdürülebilirlik Muhasebe Standartları Kurulu) sektör spesifik sürdürülebilirlik risklerini (iklim dahil) finansal raporlara entegre etme konusunda standartlar sunmuştur. ISSB ve EFRAG gibi kurumlar, finansal raporlama ile sürdürülebilirlik raporlamasını entegre etmeye yönelik standartlar geliştirmektedir. TCFD@Banking veya PCAF (Karbon Muhasebesi Finansal Birliği) gibi sektörel uygulamalar, özellikle bankalar ve yatırım fonları için portföylerin iklim riskini hesaplama ve açıklama yöntemleri sunar. Ayrıca UN PRI (Birleşmiş Milletler Sorumlu Yatırım İlkeleri) yatırımcıların portföy iklim riskini yönetme taahhütlerini çerçevelerken, Climate Action 100+ gibi yatırımcı grupları büyük emisyon kaynaklarından hesap verebilirlik talep eder. CDSB (Climate Disclosure Standards Board) ve TCFD Good Practice Handbook gibi yayınlar şirketlere örnek raporlama uygulamaları sağlamıştır.

4. Türkiye’de Düzenleyici Ortam: SPK, BDDK, TÜSİAD ve EBRD’nin Rolü

  • SPK (Sermaye Piyasası Kurulu): Sermaye piyasalarının düzenleyicisi olan SPK, sürdürülebilirlik konusunu kurumsal yönetim çerçevesine dahil eden öncü bir adım attı. 2 Ekim 2020 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanan bir tebliğ değişikliği ile halka açık şirketler için “Sürdürülebilirlik İlkeleri Uyum Çerçevesi” hayata geçirildi. Bu düzenleme, SPK’nın Kurumsal Yönetim Tebliği’ne eklenen bir kısım olup, şirketlerin belirlenen sürdürülebilirlik ilkelerine “uy ya da açıkla” (comply or explain) prensibiyle yaklaşmasını öngörüyor. Yani Borsa İstanbul’da işlem gören şirketlerden, çevresel, sosyal ve yönetişim (ESG) konularında belirlenen ilkelere uyum sağlamaları veya uyamıyorlarsa nedenini açıklamaları bekleniyor. SPK’nın bu adımı, Türkiye’de sürdürülebilirlik ve iklim riskleri konusunda şeffaflığın artması için önemli bir teşvik oldu. Düzenlemenin yürürlüğe girmesiyle birlikte zaman içinde daha fazla şirketin bu ilkelere uygun uygulamaları benimsemesi ve raporlaması öngörülüyor. Nitekim 2021 ve 2022 yıllarında birçok halka açık şirket faaliyet raporlarında sürdürülebilirlik ilkeleri uyum çerçevesine göre bölümler ayırmaya başladı. SPK ayrıca 2023’te yayımladığı rehber dokümanlarla iklimle ilgili raporlamalarda TCFD gibi uluslararası çerçevelerin dikkate alınmasını tavsiye etti. Bu gelişmeler, Türk sermaye piyasasında iklim risklerinin yönetimi konusunun artık ana akım haline geldiğine işaret ediyor.
  • BDDK (Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu): Finans sektörü, iklim risklerinden hem maruz kalma (kredi portföyleri, yatırımlar) hem de düzenleyici beklentiler açısından en fazla etkilenen alanlardan biri. BDDK, Türk bankacılık sektörünün iklim kaynaklı finansal riskleri daha sistematik yönetebilmesi için son dönemde önemli adımlar atıyor. 27 Eylül 2023 tarihinde BDDK, bankalar için iki kritik düzenleme taslağını kamuoyu görüşüne açtı: “İklimle Bağlantılı Finansal Risklerin Bankalarca Etkin Yönetimine İlişkin Rehber Taslağı” ve “Yeşil Varlık Oranı Tebliği Taslağı” Bu rehber ve tebliğ, bankaların kredi ve yatırım portföylerindeki iklim risklerini tanımlamalarını, ölçmelerini (ör. stres testleri, senaryo analizleri ile) ve yönetmelerini, ayrıca yeşil varlıkların (çevresel faydası yüksek krediler) oranını artırmalarını hedefliyor. 2025 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’nda da bankacılık sektörü için sürdürülebilir bankacılık, geçiş planları ve iklim risklerinin yönetimine dair düzenlemeler yapılacağı belirtilmiştir. Nitekim BDDK’nın 2025 içinde bahsi geçen rehber ve tebliğ taslaklarını finalize etmesi bekleniyor. Bu düzenlemeler, iklim risklerinin bankaların risk yönetimi pratiğine entegre olmasını sağlayacak kritik araçlar olacaktır. Öte yandan, sektör kendi inisiyatifiyle de hazırlanıyor: Türkiye Bankalar Birliği (TBB) bünyesinde kurulan “İklim Riskleri Çalışma Grubu”, Kasım 2024’te bankalara yönelik **“Isı Haritası Metodolojileri Oluşturulması Rehberi”**ni yayımladı. Bu rehber, bankaların kredi portföylerini coğrafi bölge ve sektör bazında iklim risklerine duyarlılık açısından değerlendirebilmeleri için bir yöntem sunuyor. Zaten büyük Türk bankalarının bir kısmı halihazırda kendi imkânlarıyla iklim riskine maruz kalabilecek kredi dilimlerini belirlemek için skorlama, ısı haritası, stres testi ve senaryo analizi gibi uygulamalar yapmaya başlamış durumdadır. Örneğin bazı bankalar, yüksek karbon yoğunluklu sektörlere verdikleri kredileri azaltma veya bu müşterilerden emisyon azaltım planları talep etme gibi politikalar geliştiriyor. BDDK’nın rehberinin yürürlüğe girmesiyle, bu tür uygulamaların tüm sektöre yayılması ve standardize olması beklenmektedir. Sonuç olarak, BDDK ve TBB’nin çabaları, finans sektöründe iklim risklerinin yönetimini “olmazsa olmaz” bir gündem maddesi haline getirmiştir.
  • TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği): Türkiye’nin önde gelen iş dünyası örgütü TÜSİAD, üyelerini iklim değişikliğiyle mücadele ve sürdürülebilirlik konularında bilinçlendirmek ve yönlendirmek amacıyla çeşitli çalışmalar yapıyor. TÜSİAD bünyesinde faaliyet gösteren Çevre ve İklim Değişikliği Çalışma Grubu, 2022 yılında iş dünyasına yönelik önemli bir rehber hazırladı. “Yatırımcı ve Finansman Odaklı Risk Yönetimi ve Raporlama Belgesi”, TÜSİAD Sürdürülebilir Finansman Alt Çalışma Grubu tarafından hazırlanarak 13 Haziran 2022’de kamuoyuna tanıtıldı. Bu belge, şirketlerin finansman bulma ve yatırımcı çekme perspektifinden iklim risklerini ve diğer sürdürülebilirlik risklerini nasıl yönetip raporlamaları gerektiğine dair yol gösterici bilgiler içeriyor. Tanıtım etkinliğinde önde gelen bankaların (Akbank, Garanti BBVA, TSKB, Yapı Kredi gibi) yöneticileri, sürdürülebilir finansman ve iklim risk raporlaması üzerine görüşlerini paylaştılar. Bu da konunun finans sektörü ve reel sektör arasında ortak bir gündem haline geldiğini gösteriyor. TÜSİAD ayrıca “İklim Değişikliği ile Mücadele”, “AB Yeşil Mutabakatı” ve “Sürdürülebilir Kalkınma” başlıklarında raporlar yayımlayarak üyelerine yol haritaları sunuyor. Özellikle AB Yeşil Mutabakat Eylem Planı kapsamında Türk şirketlerinin karbon ayak izi yönetimi, enerji verimliliği yatırımları ve yeşil teknoloji adaptasyonu konularında neler yapması gerektiği TÜSİAD’ın raporlarında vurgulanıyor. Bu çabalar, iş dünyasının kendi kendini düzenlemesi ve iyi uygulamaların yaygınlaşması açısından önemli. Neticede, TÜSİAD gibi kuruluşların rehberliği, şirketlere küresel standartlara uyum ve rekabet gücü kazanma yolunda destek sağlıyor.
  • EBRD (Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası) ve Diğer Uluslararası Finans Kuruluşları: Türkiye’de iklim risk analizi ve uyum kapasitesinin geliştirilmesinde uluslararası kalkınma finansmanı kuruluşlarının da payı büyüktür. Özellikle EBRD, hem yatırım yaptığı projelerde hem de teknik yardım programlarıyla Türk finans ve reel sektörünün iklim riskine hazırlıklı olmasını teşvik ediyor. EBRD, 2021’de Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylamasının ardından yeşil finansman yatırımlarını artırdı ve bankalarla, belediyelerle iş birliği içinde iklim risk değerlendirme çalışmaları yürüttü. EBRD İklim Geçişi Programı, gelişmekte olan piyasalardaki finansal kurumlara kapasite geliştirme desteği sunan bir inisiyatif olarak 2023’ten itibaren Türkiye’deki paydaşları da kapsamına almıştır. 2023 yılı itibariyle EBRD, ortak çalıştığı 69 finansal kuruma iklim riskleri ve geçiş planlaması konusunda finansman, teknik destek, eğitim ve bilgi paylaşımı desteği vermiştir. EBRD bu kapsamda Türkiye’de bankalarla birlikte pilot iklim senaryo analizleri gerçekleştirilmesine, iklim risklerinin kredi değerlendirme süreçlerine entegrasyonuna yardımcı oluyor. Ayrıca Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ve BDDK ile temas halinde, iklim risklerinin finansal risk yönetimi çerçevelerine dahil edilmesi konusunda bilgi paylaşımı yapıyor. EBRD’nin yanı sıra Dünya Bankası (IFC), KfW gibi kurumlar da Türkiye’de özel sektöre iklim risk analizi, enerji verimliliği projeleri ve yenilenebilir enerji yatırımları için finansman ve rehberlik sağlıyor. Örneğin Dünya Bankası’nın desteğiyle hazırlanan bazı sektör raporları, Türkiye’deki sanayi kollarının iklim değişikliğinden nasıl etkileneceğine ve uyum için neler yapılması gerektiğine ışık tuttu. Sonuç olarak, uluslararası kuruluşların sağladığı teknik ve finansal destek, Türkiye’de hem düzenleyici adımları besliyor hem de şirketlerin kapasitesini artırıyor.

5. Kurumsal Uyum İçin Stratejik Adımlar: Yönetim Yapısı, Risk Analizi, Hedefler ve Raporlama

1. Yönetim Yapısını Güçlendirme (Kurumsal Yönetişim): İklim risklerinin etkin yönetimi için şirketin en üst düzeyinde sahiplenilmesi şarttır. Bu nedenle yönetim kurulu düzeyinde iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik konularının gündeme alınması ve sorumluluk dağılımının netleşmesi gerekir. İyi uygulama olarak pek çok şirkette, yönetim kurulunun altında bir sürdürülebilirlik komitesi veya risk komitesine bağlı iklim risk alt komitesi oluşturuluyor. Örneğin Garanti BBVA, yönetim kurulu bünyesinde “Sorumlu Bankacılık ve Sürdürülebilirlik Komitesi” kurarak iklim risklerinin gözetimini üst düzeyde sağlamaktadır. Yönetim kurulunun rolü, iklimle ilgili risk ve fırsatları düzenli olarak değerlendirmek, kurumun iklim stratejisini onaylamak ve icranın performansını denetlemek olmalıdır. Üst yönetimde ise iklim riskinin takibi genellikle CFO, CRO (Risk Yöneticisi) veya Sürdürülebilirlik Direktörü gibi pozisyonlara tanımlanır. Şirket içinde net bir “iklim yönetişim” çerçevesi kurmak, hesap verebilirliği artıracak ve iklim risklerinin şirket stratejisinin ayrılmaz bir parçası olmasını sağlayacaktır. Uluslararası raporlarda da, yönetim kurulu gözetiminin artık bir beklenen uygulama haline geldiği vurgulanır; büyük şirketlerin çoğu iklim riskinin yönetim kurulunda ele alındığını açıklamaktadır.

2. İklim Risk Analizi ve Entegre Risk Yönetimi: Şirketler, iklimle bağlantılı risklerini tıpkı finansal riskler gibi kurumsal risk yönetimi süreçlerine entegre etmelidir. Bunun ilk adımı, şirketin maruz kalabileceği fiziksel ve geçiş risklerini belirlemek ve değerlendirmektir. Şirketler, varlıklarının bulunduğu lokasyonları ve tedarik zincirlerini analiz ederek sel, fırtına, kuraklık gibi fiziksel risklere ne kadar açık olduğunu tespit edebilir. Benzer şekilde, faaliyet gösterdikleri sektör itibarıyla karbon fiyatı, emisyon kısıtları, teknolojik dönüşümler gibi geçiş risklerinden nasıl etkileneceklerini öngörebilirler. Bu analizde kullanılması önerilen önemli bir araç iklim senaryo analizidir. TCFD de şirketlere, en azından 2°C veya daha düşük bir küresel ısınma senaryosu dahil olmak üzere, farklı iklim senaryolarının iş modellerine etkisini değerlendirmelerini önermektedir. Senaryo analizi, “işlerin olağan seyrinde devam ettiği” bir senaryo ile sıkı karbon kısıtlarının olduğu bir senaryoyu kıyaslayarak, şirketin maruz kalabileceği finansal farkı ortaya koyar. Örneğin, yüksek karbon fiyatının devreye girdiği bir senaryoda şirketin maliyet yapısı nasıl etkilenir, talep ne ölçüde düşer, alternatif teknolojilere yatırım ihtiyacı doğar mı – bunlar masaya yatırılır. Bununla birlikte stres testleri ve ısı haritaları gibi araçlar da risk analizi için kullanılabilir. Türkiye’de bazı bankaların yaptığı gibi, kredi portföyünün farklı sektörlerdeki dağılımı ve bu sektörlerin iklim risk skorları çıkarılabilir. Risk analizi sadece başlangıçtır; asıl önemli olan bulguların şirketin genel risk yönetimi mekanizmalarına entegre edilmesidir. Bu kapsamda, şirketlerin iklim riskini tıpkı döviz riski veya piyasa riski gibi düzenli izledikleri, ölçtükleri ve yönettikleri bir kategori haline getirmeleri önerilir. Örneğin, bir inşaat şirketi deprem riskine karşı nasıl ki önlemler alıyorsa (yapı güçlendirme, sigorta vb.), sel ve sıcak hava dalgası riskine karşı da operasyon planları geliştirmelidir. Bir elektrik üretim firması, su kıtlığı riskine karşı su verimliliği yatırımlarını planlamalı ve portföyünü çeşitlendirmelidir. Ayrıca iklim risklerini fırsat boyutuyla da ele almak gerekir: Düşük karbonlu ürünlere artan talep veya yeşil finansman gibi fırsatlar da risk analiziyle birlikte değerlendirilmelidir. Özetle, iklim risk analizi, şirketin hem stratejik planlama hem de günlük risk kontrol süreçlerine entegre olmalıdır. Bu, proaktif bir risk yönetimi kültürü yaratarak şirketi beklenmedik şoklara karşı daha dayanıklı hale getirecektir.

3. Bilim Temelli Hedefler ve Emisyon Azaltım Stratejileri (Hedef Belirleme): İklim uyumu, sadece riskleri savunmacı bir şekilde yönetmekten ibaret değil, aynı zamanda şirketin kendi karbon ayak izini azaltma konusunda iddialı hedefler koymasını da gerektirir. Bu hedefler hem şirketin gelecek vizyonunu ortaya koyar hem de dış paydaşlara güçlü bir mesaj verir. Günümüzde birçok büyük şirket, kamuya açık iklim hedefleri ilan etmiş durumdadır – örneğin 2030’a kadar karbon nötr olma veya 2050’ye kadar net sıfır emisyona ulaşma taahhütleri oldukça yaygınlaştı. Bu hedeflerin güvenilir olması için bilim temelli olması önem kazanıyor. SBTi bu noktada devreye girerek, şirketlerin hedeflerini küresel karbon bütçesiyle uyumlu hale getirmesini sağlıyor. Şirketler, kısa vadede (5-10 yıl içinde) yüzde bazında emisyon azaltım hedefleri belirlerken, uzun vadede de net sıfır hedefi koyuyorlar. Örneğin Arçelik, SBTi onaylı hedefleriyle 2050 yılına kadar değer zinciri genelinde net sıfır sera gazı emisyonuna ulaşma taahhüdü vermiş ve 2030 yılına kadar da Scope 1 ve 2 emisyonlarında %42 azaltım hedefi belirlemiştir. Hedef belirlemek tek başına yeterli değildir; bunun arkasını dolduracak stratejik planlar şarttır. Şirketlerin emisyon azaltım stratejileri genellikle enerji verimliliği yatırımları, yenilenebilir enerjiye geçiş (örneğin öz tüketim için güneş enerjisi kurulumları veya %100 yeşil elektrik tedariki hedefi), düşük karbonlu yakıtlara geçiş, süreç iyileştirmeleri, yeni teknolojilere AR-GE yatırımı ve gerekiyorsa karbon dengeleme adımlarını içerir. Örneğin uluslararası teknoloji şirketleri tüm operasyonlarını yenilenebilir enerjiyle besleme sözü verirken, bazı sanayi kuruluşları içten yanmalı araç filolarını elektrikli araçlarla değiştirmektedir. Tedarik zinciri de hedeflerin kritik bir parçasıdır: Bir şirket kendi emisyonlarını (Scope 1-2) düşürürken tedarikçilerinin emisyonlarını da (Scope 3) azaltmaları için iş birliği yapmalıdır. Emisyon verilerinin ölçümü, izlenmesi ve yıllık olarak raporlanması (ör. CDP iklim değişikliği anketi aracılığıyla) hedeflerin takibi açısından önemlidir. Hedeflere ilerleme kaydedildikçe, şirketler bunu sürdürülebilirlik raporlarında açıklamalı, aksi durumda sapmaların nedenlerini ve telafi planlarını belirtmelidir. Bu şeffaflık, hem güvenilirliklerini artıracak hem de iç motivasyonu canlı tutacaktır. Unutulmamalıdır ki, hedef belirleme sadece dış baskılara yanıt değil, aynı zamanda şirketin verimliliğini artıracak ve onu geleceğin karbon kısıtlı ekonomisinde rekabete hazırlayacak içsel bir dönüşüm aracıdır.

4. Raporlama, Şeffaflık ve İletişim: Kurumsal iklim uyumunun dış dünyaya yansıyan yüzü, raporlama ve iletişim faaliyetleridir. İklim riskleri ve performansı hakkında şeffaf raporlama, günümüzde yatırımcılardan müşterilere kadar geniş bir paydaş kitlesinin beklentisi haline gelmiştir. Bu noktada şirketlerin uluslararası raporlama çerçevelerine uygun, karşılaştırılabilir ve doğrulanabilir veriler sunması kritik. TCFD, GRI veya Entegre Raporlama çerçevelerine uygun rapor hazırlamak bu beklentiyi karşılamaya yardımcı olur. Şirketler yıllık faaliyet raporlarının bir parçası olarak veya ayrı bir sürdürülebilirlik raporu/iklim raporu şeklinde iklim risklerini ve yönetim yaklaşımlarını açıklamalıdır. Bu raporlarda genellikle aşağıdaki unsurlar yer alır: Yönetişim yapısı (yönetim kurulunun rolü, sorumlu yöneticiler), strateji (iklimle ilgili önemli risk ve fırsatlar, bunların iş planına etkileri), risk yönetimi (risk tanımlama, ölçme, azaltma süreçleri) ve metrikler/hedefler (emisyon verileri, enerji tüketimi, karbon fiyat varsayımları, emisyon azaltım hedeflerine ilerleme) – bunlar TCFD’nin dört temel unsurudur ve raporun iskeletini oluşturur. Özellikle sayısal verilerin ve hedeflerin tutarlılığı önemlidir; örneğin bir şirketin belirttiği karbon ayak izi verisi, SBTi hedefleriyle uyumlu olmalı, sapmalar varsa açıklanmalıdır. Raporlama kadar önemli bir diğer konu da veri güvenilirliği ve yasal uyumdur. Şirketlerin iklimle ilgili beyanlarını destekleyen sağlam metodolojileri olmalı, gerektiğinde üçüncü taraflarca doğrulama (assurance) yapılmalıdır. Aksi takdirde yeşil aklama (greenwashing) suçlamalarıyla veya ileride yasal sorumluluklarla karşılaşabilirler. Özellikle AB’nin ve bazı ülkelerin finansal raporlarla entegre iklim raporlama zorunlulukları, hatalı veya yanıltıcı iklim beyanlarını bir hukuk riskine dönüştürüyor. Bu nedenle, şirketler iklim verilerini derlerken ve raporlarken gereken özeni göstermeli, gerekiyorsa hukuk ve denetim birimlerinin incelemesinden geçirmelidir. İyi bir raporlama, şirketin yatırımcılar nezdindeki itibarını güçlendirir, sermayeye erişimini kolaylaştırır. Nitekim, kapsamlı ve dürüst iklim raporlaması yapan şirketlerin piyasa değerlemesinde olumlu katkı gözlendiğine dair akademik çalışmalar bulunmaktadır. Raporlama dışında, şirket içi ve şirket dışı iletişim de uyumun bir parçasıdır. Çalışanların iklim hedefleri konusunda bilinçlendirilmesi, tedarikçilerin bu sürece dahil edilmesi, kamuoyuna başarılı uygulamaların duyurulması, hepsi bir bütünün parçalarıdır. Özetle, şeffaflık kurumsal uyumun hem bir gereği hem de itici gücüdür; şirketler ne kadar açık ve hesap verebilir olursa, paydaşlarının güvenini o kadar kazanır ve iklimle mücadelede kolektif çabaya o denli katkı sağlar.

Kaynaklar:

  1. IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli) 6. Değerlendirme Raporu – Finans ve İklim Riskleri Üzerine Rehber.
  2. TCFD (İklimle Bağlantılı Finansal Açıklamalar Görev Gücü) Önerileri ve Çerçevesi.
  3. Dünya Ekonomik Forumu Küresel Risk Raporu 2022 – İklim Eyleminde Başarısızlık Riskiunfccc.intunfccc.int.
  4. Thomson Reuters ESG Raporu (2024) – İklim Riskinin Yatırımcı ve Şirket Önceliği Haline Gelmesi.
  5. CDP İklim Analizi – 215 Büyük Şirketin 1 Trilyon $ İklim Riski Hesaplaması.
  6. Borsa İstanbul Duyurusu (2020) – SPK Sürdürülebilirlik İlkeleri Uyum Çerçevesiborsaistanbul.comborsaistanbul.com.
  7. ProCompliance Makalesi (2024) – BDDK İklim Riski Rehber Taslağı ve Bankalar İçin Isı Haritası Çalışmalarıprocompliance.netprocompliance.net.
  8. TÜSİAD Basın Bülteni (2022) – Yatırımcı ve Finansman Odaklı Risk Yönetimi ve Raporlama Rehberitusiad.org.
  9. EBRD Raporu (2023) – İklim Geçişi Programı ve Bankalara Destekebrd.com.
  10. Harvard Law School, Corporate Governance Forum (2025) – Kurumsal İklim Risk Yönetimi Önerilericorpgov.law.harvard.educorpgov.law.harvard.edu.
  11. Garanti BBVA Entegre Faaliyet Raporu 2023 – TCFD Açıklama Tablosugarantibbvainvestorrelations.com.
  12. Arçelik İklim Stratejisi ve SBTi Hedefleri (2024)arcelikglobal.comarcelikglobal.com.
  13. Apollo Eco Blog (2024) – AB Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması Bilgi Notuapollo.eco.

Uzmanımızla görüşün

Sürdürülebilirlik çözümleri uzmanlığımız ve projelerimiz hakkında daha fazla bilgi edinmek için lütfen bizimle iletişime geçin.