Denizcilik sektörü, dünya ticaretinin omurgası olarak kabul edilir ve küresel ticaretin yaklaşık %90’ını deniz yolu taşımacılığı karşılar. Ne var ki, bu hayati rolüne rağmen denizcilik sektörü aynı zamanda yüksek karbon yoğunluğuna sahip bir endüstridir ve insan kaynaklı sera gazı (GHG) salımlarının önemli bir payını üstlenmektedir. Uluslararası Denizcilik Örgütü (IMO) ve birçok hükümet, bu sektördeki emisyonları azaltmanın ve iklim krizini hafifletmenin kritik önemini uzun süredir vurgulamaktadır. Son dönemde, sektörün karbonsuzlaşması (dekarbonizasyonu) ve bu konuda atılan adımlar hız kazanmıştır.
Gemiler, büyük oranda fosil yakıt (çoğunlukla ağır yakıt ya da yüksek kükürtlü akaryakıt türleri) kullanarak faaliyet gösterir. Gemilerin kullandığı bu yakıtlar yanma sırasında karbon dioksit (CO₂) başta olmak üzere metan (CH₄) ve azot oksitler (NOₓ) gibi sera gazı emisyonu oluşturur. IMO’nun 2014 yılında yayımladığı bir GHG raporuna göre, denizcilik endüstrisi küresel CO₂ emisyonlarının yaklaşık %2,2’sinden sorumludur. Bu oran, sektörün küresel ticaretteki payı göz önüne alındığında düşük gibi görünse de tek bir endüstrinin bu denli yüksek mutlak emisyon değeriyle sorumlu olması iklim kriziyle mücadelede acil eylem gerektirmektedir.
Ayrıca Dünya Bankası ve çeşitli uluslararası araştırma kuruluşları, eğer denizcilik sektörü “bir ülke” olarak kabul edilseydi, sera gazı salım miktarı bakımından en büyük altıncı emisyon kaynağı konumuna yükselebileceğini belirtmektedir. Dolayısıyla, bu sektördeki emisyonların düşürülmesi, küresel iklim hedeflerine ulaşmakta kilit önemdedir.
IMO, 2023 yılı itibarıyla güncellenen ve uzun vadeli hedefler içeren sera gazı stratejisiyle, 2050 yılında 2008 seviyelerine göre en az %50 oranında emisyon azaltımı hedefi belirlemiştir. Ancak sektör içindeki baskın eğilim, bu hedefin “2050’ye kadar net sıfır” olarak revize edilmesi yönündedir. Birçok ülke ve endüstri kuruluşu, 2050’ye varmadan önce sıfır veya sıfıra yakın emisyonlu deniz yakıtlarına geçmek için planlar geliştirmektedir.
Örneğin Uluslararası Deniz Ticaret Odası (ICS), “2050 veya daha erken bir tarihte net sıfıra” odaklanmak gerektiğini vurgulayarak küresel ölçekte bir karbon fiyatlandırma mekanizması oluşturulmasını savunmaktadır. ICS Genel Sekreteri Guy Platten, IMO çatısı altında hayata geçirilecek ekonomik önlemlerin, sektörün en hızlı şekilde temiz yakıtlara geçmesini teşvik edeceğini belirtmektedir.
Karbon vergisi veya emisyon fiyatlandırması, denizcilik sektörü için giderek daha çok benimsenen bir yöntemdir. Aralarında Yunanistan, Japonya, Kore ve Birleşik Krallık gibi önde gelen denizcilik ülkelerinin bulunduğu 50’yi aşkın ülke, gemi kaynaklı sera gazı emisyonlarına ton başına sabit bir ücret ödenmesine dair bir planı gündeme getirmiştir. Bu vergi oranının ton başına 18 ile 150 ABD doları arasında olması önerilmektedir. Uluslararası Çalışma Grubu’nun yaptığı tartışmalarda (örneğin ISWG-GHG 18/2/5 isimli teklif konsolidasyon dokümanında), bu vergilerin 2027 veya 2028 gibi sektör genelinde uygulanmaya başlamasına sıcak bakıldığı görülmektedir.
Bunun yanı sıra Marshall Adaları gibi iklim değişikliğinden en çok etkilenen devletler de bu tip önlemlerin ertelenmemesi gerektiği görüşünü öne sürmektedir. Marshall Adaları Özel Temsilcisi Albon Ishoda, artık vergilerinin gerekliliğinin tartışılmadığını, meselenin “bu ücretin ne kadar yüksek olması gerektiği” yönünde olduğunu söyleyerek, kararlı bir yaklaşımı savunmaktadır.
Araştırma ve Geliştirme Fonu: Denizcilik sektörü ayrıca, sektör içi toplanacak 5 milyar ABD doları tutarındaki ARGE fonuyla temiz yakıt teknolojileri geliştirmeyi hedeflemektedir. Bu fon için gemilerin kullandığı her ton yakıta 2 ABD doları ek katkı payı getirilmesi üzerinde de durulmuştur. Uluslararası Deniz Ticaret Odası gibi kuruluşlar, bu şekilde 10 yıl içinde ihtiyaç duyulan 5 milyar dolarlık AR-GE bütçesine ulaşılabileceğini savunmaktadır.
Araştırmalar, günümüz koşullarında “ileri biyoyakıtların” ekonomik açıdan fosil yakıtlarla rekabet edebilirliğinin diğer seçeneklere göre nispeten daha yüksek olduğunu göstermektedir. Gıda kaynaklarına doğrudan rekabet oluşturmayacak atık veya bitki materyalinden üretilen bu yakıtlar, özellikle kısa ve orta vadede bir geçiş çözümü olarak değerlendirilebilir.
Hidrojen ve amonyak gibi sentetik yakıtlar, kömür ve petrol türevlerine kıyasla yanma sonucu CO₂ salımını sıfıra yakın seviyeye çeker. Ancak bu yakıtların düşük enerji yoğunluğu, gemilerde büyük yakıt tanklarının gerekliliği gibi lojistik zorluklar doğurur. Ayrıca hidrojen ve amonyak üretiminin büyük oranda temiz, yenilenebilir enerji kaynaklarıyla sağlanması gerekir. Aksi takdirde “kayıp” veya “dolaylı” emisyonlar nedeniyle tam anlamıyla net sıfır hedefine ulaşılamaz.
Bataryalı feribotlar veya hibrit yolcu gemileri, özellikle kısa mesafeli hatlarda ve kıyı sularında faaliyet göstermek üzere umut vaat eder. Norveç’te faaliyet gösteren Ampere feribotu, 2015’te piyasaya sürülen ve tamamen elektrikle çalışan ilk ticari feribot olarak bilinmektedir. Ancak Ampere’ın 120 araç ve 360 yolcu kapasitesi, transoceanic dediğimiz okyanus aşırı sefer yapan büyük yük gemilerine kıyasla küçüktür. Önde gelen bazı şirketler de LNG, biyogaz ve batarya teknolojisini birleştiren hibrit sistemler üzerinde çalışmalarını sürdürmektedir.
Denizcilik sektörü, küresel ticaret için vazgeçilmez olmasının yanı sıra, iklim kriziyle mücadelede de kritik bir cephede yer almaktadır. Karbon ayak izinin düşürülmesi için atılacak adımlar, sadece gemi motorlarının değiştirilmesi veya yakıt tiplerinin dönüşümüyle sınırlı değildir. Aynı zamanda, yasal düzenlemeler, ekonomik teşvikler ve paydaşlar arasındaki yoğun iş birliğini de gerektirir.
Hem IMO hem de sektörün önde gelen kuruluşları, karbon fiyatlandırması ve AR-GE fonları gibi mekanizmalarla, gelecek yıllarda sürdürülebilir ve düşük karbonlu bir deniz taşımacılığına geçişi hızlandırmayı hedeflemektedir. Gemicilik sektörünün net sıfır emisyona ulaşması, iklim krizine karşı küresel çabaların başarıya ulaşmasında kilit bir rol oynayacak ve bu dönüşüm için gerekli kaynakların, paydaş iş birliğinin ve politik kararlılığın doğru şekilde seferber edilmesi gerekecektir.
Bu kapsamda, mali ve teknolojik engellerin üstesinden gelmek ve gelişmekte olan ülkelerin sürece eşit şekilde dahil olmasını sağlamak, denizcilikte karbonsuzlaşmanın başarıya ulaşmasında belirleyici faktörler olacaktır. Mevcut eğilimler ve kurulan uluslararası fonlar, uzun vadede daha temiz ve verimli bir denizcilik sektörü yaratma yolunda önemli bir ivme kazandırmaktadır. Sonuç olarak, denizcilikte karbon ayak izini azaltmak, küresel ölçekte iklim eylemlerinin ayrılmaz ve ivedi bir parçasıdır.
Sürdürülebilirlik çözümleri uzmanlığımız ve projelerimiz hakkında daha fazla bilgi edinmek için lütfen bizimle iletişime geçin.