Yenilenebilir enerji, iklim kriziyle mücadelenin merkezinde yer alırken, bu alandaki teknolojik ilerlemeler baş döndürücü bir hızla devam ediyor. 2023 yılında küresel yenilenebilir enerji kapasitesi yaklaşık 510 GW artarak son yirmi yılın en hızlı büyüme oranını yakaladı. Güneş panellerinden rüzgâr türbinlerine, hidrojen yakıt hücrelerinden dalga enerjisine kadar pek çok yenilik, temiz enerji üretimini daha verimli ve erişilebilir hale getiriyor. Bu yazıda, en yeni yenilenebilir enerji teknolojilerini, enerji depolamadaki çözümleri, yapay zekânın sektöre etkisini ve önümüzdeki yıllarda bizleri nelerin beklediğini ele alacağız.
Yenilenebilir enerji alanında her bir kaynak için heyecan verici gelişmeler yaşanıyor. Güneş, rüzgâr, hidrojen, deniz enerjisi ve biyoyakıtlar gibi alanlardaki son yeniliklere göz atalım:
Güneş panelleri her geçen gün daha verimli ve uygun maliyetli hale geliyor. Perovskit adlı yeni nesil güneş pili malzemesi sayesinde laboratuvar ortamında çift katmanlı (tandem) hücreler ile verimlilik rekorları kırılıyor – 2023 yılında perovskit-silikon tandem hücreler %33,9 verimlilik seviyesini aşarak %30 barajını rahatça geçti. Bu yüksek verim değerleri, gelecekte daha az panel ile daha fazla elektrik üretilebileceği anlamına geliyor. Öte yandan, geleneksel silikon panellerde de PERC, çoklu bara (multi-busbar) ve yarı hücre teknolojileri gibi yeniliklerle verim ve dayanıklılık artışı sağlanıyor. Ayrıca esnek ve ince film güneş panelleri ile binaların cepheleri ve pencereleri gibi yüzeylere enerji üreten paneller entegre etmek mümkün hale geliyor. Tüm bu gelişmeler, güneş enerjisinin dünya genelinde en hızlı büyüyen elektrik üretim kaynağı olmasını sağlamaktadır.
Rüzgâr enerjisinde, türbinlerin boyutu ve kapasitesi hızla artıyor. Özellikle deniz üstü (offshore) rüzgâr santrallerinde devasa türbinler devreye giriyor. Örneğin, Çin’de 2024’te tanıtılan dünyanın en büyük rüzgâr türbini tam 26 MW kapasiteye sahip olup 310 metreyi aşan kanat çapıyla rekor kırdı. Tek bir 26 MW’lık türbin yılda 100 milyon kWh elektrik üretebiliyor ve yaklaşık 80 bin ton CO2 emisyonunu engelliyor. Bu denli büyük türbinler sayesinde daha az sayıda türbinle daha fazla enerji üretmek ve maliyetleri düşürmek mümkün oluyor. Tasarım tarafında ise yüzer rüzgâr türbinleri önemli bir yenilik olarak öne çıkıyor – sabit temellere ihtiyaç duymayan bu platformlar, derin denizlerde rüzgâr enerjisinden faydalanmanın önünü açıyor. Ayrıca çift rotorlu türbinler, daha hafif malzemelerden üretilen kanatlar ve akıllı kontrol sistemleri gibi yenilikçi tasarımlar rüzgâr türbinlerinin verimini ve güvenilirliğini artırıyor.
Hidrojen enerjisi, özellikle depolama ve taşımacılıkta fosil yakıtlara alternatif olması bakımından kritik bir yenilenebilir çözüm olarak görülüyor. Yeşil hidrojen olarak adlandırılan, yenilenebilir elektrikle sudan elde edilen hidrojen yakıtı, çelik üretiminden ağır taşıtlara kadar pek çok sektörü karbondan arındırma potansiyeline sahip. Hidrojen yakıt hücreleri, hidrojen gazını elektrik enerjisine çevirerek sıfır emisyonlu ulaşım ve elektrik üretimi sağlıyor. Bu alanda son yıllarda büyük ilerlemeler kaydedildi: 2023 yılında dünya genelinde elektrolizör (suyu hidrojen ve oksijene ayıran cihazlar) kapasitesi hızla büyüyerek toplam 1,1 GW seviyesine ulaştı (2022’de 700 MW idi). Ancak hâlen günümüzde hidrojen üretiminin %99’undan fazlası fosil yakıtlardan sağlandığı için, yeşil hidrojen üretim kapasitesinin katlanarak artması gerekiyor. Bu amaçla Avrupa Birliği ve birçok ülke, yenilenebilir kaynaklardan hidrojen üretimine milyarlarca dolarlık yatırımlar yapıyor. Hidrojen yakıt hücreli araçlar ve enerji depolama projeleri de pilot ölçekten çıkıp ticari uygulamalara geçmeye başladı. Önümüzdeki dönemde maliyetlerin düşmesiyle hidrojenin, enerji ekosisteminin önemli bir parçası haline gelmesi bekleniyor.
Denizlerin bitmek bilmeyen gücü, yeni nesil yenilenebilir enerji teknolojilerinin bir diğer odağıdır. Dalga enerjisi ve gelgit (tidal) enerjisi gibi teknolojiler, okyanus dalgalarının ve gelgit akıntılarının kinetik enerjisini elektrik enerjisine dönüştürmeyi hedefliyor. Her ne kadar bu alandaki çalışmalar güneş ve rüzgâr kadar ileri bir noktada olmasa da, son yıllarda önemli pilot projeler devreye alındı. Özellikle Avrupa’da dalga enerjisi yatırımları hız kazandı: 2023 yılında Avrupa’da 595 kW yeni dalga enerjisi kapasitesi kurulurken, bu rakam 2022’deki sadece 46 kW kurulumun oldukça üzerine çıktı (). Bu artış, COVID-19 sonrası dönemde dalga enerjisi projelerinin yeniden ivme kazandığını gösteriyor. İskoçya’daki MeyGen gibi gelgit enerjisi çiftlikleri, şimdiye dek on milyonlarca kWh elektrik üreterek teknolojinin güvenilirliğini kanıtladı () (). Dalga enerjisi dönüşüm cihazları konusunda birçok farklı tasarım (salınımlı su kolonları, noktasal emiciler, yüzer salınımlı kollar vb.) deneniyor. Önümüzdeki birkaç yıl içinde, özellikle adalar ve sahil bölgeleri için dalga ve gelgit enerjisinin ticari elektrik üretimine katkı sağlamaya başlaması bekleniyor.
Biyoyakıt teknolojileri, fosil yakıtlara yenilenebilir bir alternatif sunarak ulaşım ve sanayi sektörlerinde karbon emisyonlarını azaltmayı amaçlıyor. Yeni nesil biyoyakıtlar, gıda amaçlı ekinler yerine atık yağlar, tarımsal atıklar veya alg gibi özel yetiştirilen organizmalar kullanarak üretildiği için gıda güvenliğine etki etmeden sürdürülebilirlik sağlıyor. Özellikle havacılık sektörü için geliştirilen sürdürülebilir havacılık yakıtları (SAF) büyük önem kazanmış durumda. Avrupa Birliği’nin 2023’te kabul ettiği ReFuelEU girişimi, 2025’ten itibaren AB havalimanlarındaki uçak yakıtlarının en az %2’sinin sürdürülebilir kaynaklı olmasını, 2050’ye kadar da bu oranın kademeli olarak %70’e çıkmasını hedefliyor. Bu tür politikalar, biyoyakıt talebini artırarak sektöre ivme kazandırıyor.
Biyoyakıtların yanı sıra jeotermal enerji ve güneş termal teknolojilerinde de yenilikler devam ediyor. Yerden ısı pompaları ve jeotermal santraller, daha yüksek verimlilik ve daha düşük maliyetlerle çalışmak üzere geliştiriliyor. Güneş enerjisinin ısı formunda depolanıp gerektiğinde elektrik üretilmesini sağlayan yoğunlaştırılmış güneş enerjisi (CSP) teknolojilerinde de termal depolama malzemeleri ve tasarımlar ilerleme kaydediyor. Tüm bu çözümler, fosil yakıtlara bağımlılığı azaltmak için enerjinin farklı alanlarında önemli boşlukları dolduruyor.
Güneş ve rüzgâr gibi kaynaklar kesintili olduğundan, üretilen enerjinin etkin bir şekilde depolanması kritik önem taşıyor. Son yıllarda batarya teknolojilerinde yaşanan devrim niteliğindeki gelişmeler sayesinde, yenilenebilir enerjinin sürekliliği ve güvenilirliği büyük ölçüde arttı. Lityum-iyon bataryalar hem elektrikli araçlarda hem de şebeke ölçekli depolamada standart çözüm haline geldi ve maliyetleri 2010’lardan bu yana %85’ten fazla düştü. Bu düşüş, rüzgâr ve güneş santrallerinin fazla üretim yaptıkları zaman enerjiyi depolayıp talebin yüksek olduğu saatlerde vermelerini ekonomik kılıyor.
Batarya depolama kapasitesinin kurulumu küresel çapta hız kazanmış durumda. Örneğin, sadece ABD’de 2023 yılında yaklaşık 7.910 MW (yaklaşık 24.000 MWh) büyüklüğünde şebeke ölçekli batarya depolama sistemi devreye alındı; bu, 2022’ye kıyasla %98’lik bir artış anlamına geliyor. Benzer şekilde, Avrupa, Avustralya ve Çin gibi pazarlarda da büyük batarya tesisleri birbiri ardına kuruluyor. Bu dev bataryalar, geceleri veya rüzgârsız havalarda devreye girerek kesintisiz güç sağlıyor ve şebekelerin dengesini koruyor.
Batarya teknolojilerinde bir diğer heyecan verici gelişme, katı hâl bataryalar ve akış bataryaları gibi yeni depolama çözümlerinin geliştirilmesi. Katı hâl bataryalar, sıvı elektrolit yerine katı elektrolit kullanarak daha yüksek enerji yoğunluğu ve güvenlik vadediyor; birkaç yıl içinde elektrikli araçlarda ve şebeke depolamada kullanılmaya başlanabileceği öngörülüyor. Akış bataryaları ise iki ayrı tankta depolanan sıvı elektrolitlerle çalışıyor ve büyük enerji miktarlarını uzun süre depolamak için ölçeklenebilir bir çözüm sunuyor. Bunların yanı sıra pompa depolamalı hidroelektrik (yüksekten su bırakma) halen dünya genelinde en büyük enerji depolama kapasitesini oluşturuyor ve yeni projelerle büyümeye devam ediyor. Hatta, yerçekimi depolaması (ağır ağırlıkları vinçle kaldırıp indirme) ve basınçlı hava depolama gibi inovatif yaklaşımlar da test ediliyor.
Tüm bu enerji depolama yenilikleri sayesinde, yenilenebilir kaynakların dalgalı üretimi büyük ölçüde yönetilebilir hale geliyor. Gelecekte daha ucuz, daha dayanıklı ve daha yüksek kapasiteli bataryaların gelişiyle, fosil yakıtlara ihtiyaç duymadan 7/24 temiz enerji sağlamak mümkün olacak.
Dijital teknolojiler, yenilenebilir enerji sektöründe devrim yaratıyor. Yapay zekâ (AI) ve otomasyon sistemleri hem enerji santrallerinin verimliliğini arttırmak hem de bakım-operasyon maliyetlerini düşürmek için yoğun biçimde kullanılmaya başlandı. Örneğin, büyük bir rüzgâr çiftliğinde yapay zekâ destekli kontrol sistemleri, her bir türbinin kanat açısını ve yönelimini gerçek zamanlı rüzgâr koşullarına göre sürekli optimize ediyor. Bu sayede türbinler değişken rüzgâr hızlarında bile maksimum güç üretebiliyor ve aynı zamanda ekipman aşınması en aza indirilerek ömürleri uzatılıyor. Benzer şekilde güneş santrallerinde de panellerin izleme açılarını otomatik ayarlayan sistemler, güneşi gün boyu takip ederek enerji üretimini artırıyor.
Akıllı şebeke (smart grid) teknolojileri, üretim ve tüketimi dengelemek için AI algoritmalarından yararlanıyor. Örneğin, otomasyon sistemleri bir rüzgâr çiftliğinin anlık üretiminin şebekede fazlalık yaratacağını öngörürse bazı türbinlerin çıkışını otomatik olarak kısmak gibi adımlarla şebeke kararlılığını sağlıyor. Talep tarafında ise yapay zekâ, elektrik tüketimindeki kalıpları analiz ederek talep-yönetimi (demand response) programlarını daha etkin hale getiriyor; böylece yenilenebilir üretime uyumlu bir tüketim profili oluşturulabiliyor.
Yapay zekânın en kritik katkılarından biri de öngörücü bakım (predictive maintenance) alanında görülüyor. Rüzgâr türbinleri ve güneş panellerine yerleştirilen sensörler sürekli veri topluyor; bu büyük veri seti AI tarafından analiz edilerek ekipmanlarda oluşabilecek arızalar önceden tahmin ediliyor. Örneğin bir rüzgâr türbininde titreşim verileri anormal bir desene girdiğinde sistem, ilgili parçanın bakım zamanının geldiğini otomatik olarak uyarabiliyor. Bu sayede beklenmedik arızalardan kaynaklanan duruş süreleri en aza indiriliyor ve bakım maliyetleri düşüyor. Benzer şekilde, drone’lar ve robotlar kullanılarak panellerin ve türbin kanatlarının otomatik incelenmesi ve temizlenmesi de yapay zekâ ile entegre otomasyonun bir parçası haline geldi.
Tüm bu yenilikler, yenilenebilir enerji tesislerinin insan müdahalesine çok az ihtiyaç duyarak kendi kendini optimize eden, akıllı sistemler haline gelmesini sağlıyor. Sonuç olarak, üretim verimlilikleri yükselirken işletme giderleri azalıyor ve yenilenebilir enerjinin rekabet gücü daha da pekişiyor. Yapay zekâ ve otomasyonun önümüzdeki yıllarda enerji depolama ve dağıtımında da daha büyük roller üstlenmesi, bütünsel olarak akıllı bir enerji ekosistemi oluşturulmasına katkı sağlayacak.
Küresel enerji sektörü, fosil yakıtlardan temiz kaynaklara doğru geri döndürülemez bir dönüşüm sürecinde. Mevcut trendler ve projeksiyonlar, yenilenebilir enerjinin geleceğin baskın enerji kaynağı olacağını gösteriyor. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) verilerine göre 2023 itibarıyla dünya elektrik üretiminin %30’u yenilenebilir kaynaklardan sağlanırken, bu oranın 2030’da %46’ya ulaşması bekleniyor. Güneş ve rüzgâr enerjisi, öngörülen bu büyümenin neredeyse tamamını oluşturacak ve elektrik üretimindeki paylarını katlayacak. Benzer şekilde, IEA 2050 Net Sıfır senaryolarına göre 2050 yılına gelindiğinde küresel elektrik üretiminin %98-100’ünün karbon içermeyen (yenilenebilir veya nükleer) kaynaklardan karşılanması. Yani önümüzdeki birkaç on yılda fosil yakıt kaynaklı elektrik üretimi büyük ölçüde tarihe karışırken, güneş panelleri ve rüzgâr türbinleri gezegenimizin başlıca elektrik üreticileri olacak.
Yenilenebilir enerjinin büyüme potansiyeli, sadece elektrik üretimiyle sınırlı değil. Ulaşım ve ısıtma sektörlerinin elektrifikasyonu, yenilenebilir elektriğe dayalı yeni büyüme alanları yaratıyor. Elektrikli araçların yaygınlaşması, ulaşım sektöründe petrol talebini azaltırken elektrik talebini artıracak; bu da şebekeye entegre edilen daha fazla güneş ve rüzgâr santrali anlamına geliyor. Benzer şekilde konut ve sanayide ısı pompaları gibi elektrikli ısıtma-soğutma çözümleri, fosil yakıtlı kazanların yerini alıyor ve temiz elektriğe dayalı bir ısıtma sektörü oluşturuyor. Ulaşımda elektrifikasyon dışında hidrojen yakıtlı kamyonlar, gemiler ve hatta uçak prototipleri geliştiriliyor; bu araçların yakıt ihtiyacı, yenilenebilir kaynaklı hidrojen üretiminin büyümesiyle karşılanacak.
Bölgesel olarak da büyük potansiyeller söz konusu. Güneş ve rüzgâr zengini Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleri, iç tüketimlerinin ötesinde Avrupa ve Asya’ya temiz elektrik veya yeşil hidrojen ihraç etmeye hazırlanıyor. Okyanus aşırı yüksek kapasiteli iletim hatları ve enerji depolama çözümleri geliştikçe, kıtalar arası yenilenebilir enerji ticareti bile mümkün olabilecek. Afrika ülkeleri, şebekeden bağımsız (off-grid) güneş enerjisi sistemleriyle milyonlarca insana ilk kez elektrik sağlamada büyük atılımlar yapıyor. Bu da yenilenebilir enerjinin sadece gelişmiş ülkelerin değil, gelişmekte olan dünyanın da kalkınma motoru olabileceğini gösteriyor.
Tüm bu gelişmeler ışığında, yenilenebilir enerjinin enerji sektöründeki payı her yıl artarak devam edecek gibi görünüyor. Teknolojik inovasyonların sürmesi, depolama ve şebeke altyapılarının güçlenmesiyle birlikte, 21. yüzyılın ortasında enerji ihtiyacımızın büyük kısmının yenilenebilir kaynaklardan karşılandığı bir dünyaya ulaşmak mümkün gözüküyor.
Yenilenebilir enerjinin bu denli ön plana çıkmasının temel nedeni, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerini sınırlamak için karbon emisyonlarını hızla azaltma zorunluluğudur. Kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtların yakılması sonucu açığa çıkan karbondioksit, küresel ısınmanın başlıca sebebi. Bu nedenle, elektrik üretimi başta olmak üzere enerji arzını karbondan arındırmak, emisyonları düşürmenin en etkili yollarından biridir. Güneş ve rüzgâr enerjisi gibi yenilenebilir kaynaklar ise neredeyse sıfır sera gazı emisyonu ile elektrik üretebildikleri için kritik önem taşır. Birleşmiş Milletler’in vurguladığı üzere, bu kaynaklar aynı zamanda pek çok durumda kömür, petrol veya gazdan daha düşük maliyetle enerji sağlayabilmektedir. Yani yenilenebilir enerji, çevresel olduğu kadar ekonomik açıdan da fosil yakıtlara güçlü bir alternatif haline gelmiştir.
Küresel ölçekte karbon emisyonlarını azaltmada yenilenebilir enerjinin etkisi şimdiden hissediliyor. 2023 yılında dünya çapındaki yeni elektrik kapasitesi yatırımlarının dörtte üçünden fazlasının güneş ve rüzgâr gibi yenilenebilir kaynaklı olması, aslında yıllık emisyonların daha da artmasını engelledi. Örneğin, devreye giren bu yenilenebilir kapasite sayesinde birçok ülkede kömürle çalışan santrallerin devreden çıkması veya daha az çalışması sağlandı. Çin’de devreye alınan dev rüzgâr ve güneş santralleri, her yıl milyonlarca ton CO2 emisyonunu engelliyor; Avrupa’da rüzgâr enerjisi, elektrik sektöründeki emisyonları önemli ölçüde aşağı çekti. Araştırmalar, rüzgâr ve güneş maliyetlerinin düşmesi sayesinde 2010-2020 arasında dünya genelinde yüz milyonlarca ton karbon emisyonunun önlendiğini ortaya koyuyor.
Ancak mevcut çabalar yeterli değil. Küresel sıcaklık artışını 1,5°C ile sınırlamak için önümüzdeki on yıllarda emisyonların hızla düşmesi gerekiyor. Bu da yenilenebilir enerjinin her alanda ölçek büyütmesini zorunlu kılıyor. Enerji ve Isı Sektörü emisyonları için yenilenebilir elektriğe geçiş kritik rol oynarken, ulaşım ve sanayi gibi zor sektörlerin de elektrik veya yeşil hidrojen kullanarak karbonsuzlaşması şart. Net Sıfır hedeflerine ulaşmak için enerji yatırımlarının ağırlıklı olarak temiz enerjiye yönelmesi gerekiyor. Nitekim IEA hesaplamalarına göre 2030’a kadar her yıl ortalama 4 trilyon dolarlık temiz enerji yatırımı yapılması gerekli ki bu, mevcut seviyelerin birkaç katı anlamına geliyor.
Özetle, yenilenebilir enerji kaynaklarının yaygınlaştırılması, karbon emisyonlarını azaltmanın en etkin ve uzun vadeli çözümüdür. Her bir güneş paneli kurulumu veya rüzgâr türbini, fosil yakıt tüketimini biraz daha azaltarak atmosferimize salınan karbonu azaltır. Bu nedenle, ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadele planlarının merkezinde yenilenebilir enerji yatırımları ve hedefleri bulunmaktadır.
Yenilenebilir enerji sektöründeki büyüme, büyük ölçüde artan küresel yatırımlar ve hükümet politikaları sayesinde hız kazanıyor. Son yıllarda dünya genelinde temiz enerjiye ayrılan sermaye, fosil yakıtlara yönelen yatırımı geride bırakmaya başladı. Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2023 verilerine göre, o yıl enerji sektörüne yapılan toplam yatırım 2,8 trilyon dolara ulaşırken, bunun 1,7 trilyon dolardan fazlası temiz enerji (yenilenebilir elektrik, nükleer, enerji verimliliği, elektrikli araçlar vb.) alanına gitti – fosil yakıtlara ayrılan yatırım ise yaklaşık 1 trilyon dolar ile geride. Yenilenebilir enerjiye özel baktığımızda ise 2023’te sadece güneş, rüzgâr, bioenerji gibi projelere küresel çapta 728 milyar dolar yatırım yapıldığı tahmin ediliyor. Bu rakamlar, temiz enerji dönüşümünün finansman ayağının ne denli güçlü hale geldiğini gösteriyor. Nitekim 2023 yılında yenilenebilir enerji ve ilgili teknoloji üretimine yapılan yatırımlar bir önceki yıla göre %70 büyüyerek rekor seviyeye ulaştı; özellikle güneş paneli üretimi ve batarya fabrikaları bu artışın lokomotifi oldu.
Hükümetlerin uyguladığı enerji politikaları ve teşvikler de yenilenebilir enerji sektörünün gelişiminde kritik bir rol oynuyor. 2023 sonu itibarıyla dünya genelinde 170 ülke, elektrik üretiminde yenilenebilir enerji hedefleri benimsemiş durumda. Bu hedefler, genelde belirli bir yıl için % oranında yenilenebilir payı öngörüyor ve hükümetler bu doğrultuda teşvik mekanizmaları sunuyor. Örneğin, Avrupa Birliği üyesi ülkeler 2030 için yenilenebilir elektrik hedeflerini sürekli yükseltiyor ve yeni Yeşil Mutabakat kapsamında finansman sağlıyor. ABD, 2022’de yürürlüğe giren Enflasyon Düşürücü Yasası (IRA) ile yenilenebilir enerji yatırımlarına ve yerli temiz enerji üretimine yüz milyarlarca dolarlık vergi kredileri ve teşvikler sunmaya başladı. Bu sayede ABD’de güneş paneli ve rüzgâr türbini üretim tesisleri hızla artıyor. Çin ise beş yıllık planları çerçevesinde devasa rüzgâr ve güneş enerjisi kurulumlarını sürdürürken, yerli teknoloji üreticilerine kredi kolaylıkları sağlıyor. Hindistan, Brezilya gibi ülkeler de hem büyük ölçekli yenilenebilir projelerini destekliyor hem de kırsal alanlarda küçük ölçekli projelere hibe ve uygun kredi imkânları tanıyor.
Politik destek sadece elektrik üretimine yönelik değil. Birçok ülke ulaşımda elektrikli araçları ve biyoyakıt kullanımını, sanayide yeşil hidrojen ve biyokütle kazanımlarını zorunlu kılan veya teşvik eden düzenlemeler getiriyor. Örneğin Avrupa’da bazı ülkeler 2035’ten itibaren benzinli araç satışını yasaklama kararı aldı, bu da dolaylı olarak yenilenebilir kaynaklı elektriğe talebi artıracak. Tarım sektöründe bile güneş enerjili sulama sistemleri, biyogaz tesisleri gibi uygulamalar kamu destekleriyle yaygınlaştırılıyor.
Özetlemek gerekirse, yenilenebilir enerji sektörünün büyümesi için sermaye ve siyasi irade giderek güçleniyor. Yatırımların artması, teknolojilerin ölçek ekonomisine ulaşmasını ve maliyetlerin düşmesini sağlarken; hükümet politikaları da piyasalara yön verip gerekli düzenleyici çerçeveyi oluşturuyor. Önümüzdeki yıllarda ülkelerin iklim taahhütleri çerçevesinde yenilenebilir enerjiye ayırdığı pay daha da büyüyecek. Bu da enerji dönüşümünün hızlanarak devam edeceği ve yenilenebilir enerjinin küresel enerji pastasının aslan payını alacağı anlamına geliyor.
Sürdürülebilirlik çözümleri uzmanlığımız ve projelerimiz hakkında daha fazla bilgi edinmek için lütfen bizimle iletişime geçin.